Tarih Meraklıları İçin Dünyanın En Önemli Antik Kentleri

​​​  

Tarih Meraklıları İçin Dünyanın En Önemli Antik Kentleri

Tarih, insanlık için bir yol haritasıdır. On binlerce yılda kat ettiğimiz ilerlemenin izini sürmek, farklı kültürleri ve uygarlıkları tanımak büyük bir bütünün parçası olduğumuzu hatırlatır, geçmişe ve geleceğe çok daha geniş bir perspektiften bakmamıza yardım eder.

Günümüzün şehirleri gelecek nesillere neler anlatacak bilmiyoruz ama farklı coğrafyalarda kurulan, zamanla yıkılan, unutulan, terk edilen kentler günümüze ulaşan parçalarıyla bize insanlığın teknoloji, mimari, sanat, edebiyat ve din gibi farklı alanlarda çağlar boyunca nasıl ilerlediğini anlatmayı başarıyor.

Bu yazımızda sizi bir zaman yolculuğuna çıkarmak ve dünya tarihinde büyük öneme sahip antik kentlere götürmek istiyoruz. İtalya’dan Meksika’ya, Türkiye’den Kamboçya’ya uzanacak bir yolculuğa hazır olun.

Efes Antik Kenti, Türkiye

 

İzmir’in Selçuk ilçesi sınırları içinde bulunan Efes Antik Kenti, birkaç bin yıla yayılan zengin tarihi ile dünyanın en önemli ve en popüler arkeolojik alanlarından birisi olarak kabul ediliyor. Bölgede yerleşim MÖ 6000 yılına kadar uzanıyor, Efes şehrinin kurulması ise MÖ 10. yüzyıla tarihleniyor.

Efes'te arkeolojik çalışmalar 19. yüzyılın sonlarında başladı ve o zamandan beri kentte çok sayıda kazı yapıldı. Bu kazıların sonucunda ortaya çıkan yapıların şehrin yaşamını anlamamızı sağlayan bütünlüğe sahip olması Efes’i çok özel kılıyor.

UNESCO Dünya Mirası listesine alından Efes, Antik dünyanın yedi harikasından birisi olarak kabul edilen Artemis Tapınağı’nın da yuvası. Ne yazık ki MS 5. yüzyılda Hıristiyan ayaklanmacılar tarafından yıkılan yapıdan bugün sadece birkaç sütun ve temel parçası kalmış durumda.

Efes'teki diğer önemli yapılar arasında MS 2. yüzyılda inşa edilen ve dünyanın en iyi korunmuş eski kütüphanelerinden biri olan Celsus Kütüphanesi yer alıyor. Kütüphane, önemli bir Roma senatörü ve Küçük Asya valisi olan Tiberius Julius Celsus Polemaeanus'u onurlandırmak için inşa edilmiş. Cephesindeki dört etkileyici heykel, dört erdem olan bilgelik, bilgi, kader ve yiğitliği temsil ediyor.

Efes'te görebileceğiniz bir diğer etkileyici yapı da MÖ 3. yüzyılda inşa edilen ve dünyanın en büyük Roma tiyatrolarından biri olan Büyük Tiyatro. 25.000 seyirci kapasiteli mekânın; oyunlar, konserler ve gladyatör oyunları dahil olmak üzere çeşitli etkinlikler için kullanıldığı biliniyor.

Eğer henüz ziyaret etmediyseniz Efes’i gezi programınıza mutlaka eklemeli, sütunlar arasındaki Liman Caddesi’nden yürüyerek şehri keşfetmelisiniz.

Machu Pichu Antik Kenti, Peru

 

İnkaların kayıp şehri Machu Picchu, hiç şüphesiz dünyanın en ünlü arkeolojik alanlarından birisi. Peru'nun And Dağları'nda yer alan bu antik kent, 15. yüzyılda inşa edilmiş ve 16. yüzyılda terk edilene kadar İnkalar tarafından iskan edilmiş.

Machu Picchu’nun 1438'den 1471'e kadar hüküm süren İnka imparatoru Pachacuti'nin kraliyet mülkü olarak inşa edildiği düşünülüyor. Şehir, doğal manzaraya uyum sağlayacak şekilde tasarlanmış teraslar ve binalar ile dik bir yamaç üzerine inşa edilmiş. Dağlarda gizlenmiş benzersiz konumunun Machu Picchu’yu İspanyol işgalcilerden koruduğuna kesin gözüyle bakılıyor. Şehir, 1911'de İnkaların son sığınağı olan kayıp şehir Vilcabamba'yı arayan Amerikalı kaşif Hiram Bingham tarafından keşfedildi. Kazılar 1912'de başladı ve bölge o zamandan beri arkeologlar tarafından inceleniyor.

İnka uygarlığının sembolü olarak kabul edilen antik kent, 1983 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor ve her yıl milyonlarca turisti kendine çekiyor. Günümüze ulaşan yapılar gerçekten hayranlık uyandırıyor. Dini törenler için kullanıldığı düşünülen Güneş Tapınağı'ndan, güneşin hareketini izlemek için kullanılan Intihuatana Taşı'na kadar, Machu Picchu'daki yapılar İnka halkının yaratıcılığının, sanata ve mühendisliğe verdikleri değerin bir kanıtı olarak görülüyor.

Petra Antik Kenti, Ürdün

 

Dik kayaların arasında uzan 1200 metrelik dar bir geçidin ardından ziyaretçilerini tüm ihtişamıyla karşılayan Petra, Ürdün'ün kırmızı kumtaşı kayalıklarına oyulmuş yapılarıyla antik dünyanın gerçek bir harikası. Bu görkemli şehrin uzun ve köklü tarihi Nebati Krallığı'nın başkenti olarak kurulduğu MÖ 312 yılına kadar uzanıyor.

Aslında göçebe bir kabile olan Nebatiler su kaynaklarını kontrol etme becerileri sayesinde Petra’yı, Arap Yarımadası'nı Mısır, Suriye ve Akdeniz'e bağlayan önemli bir ticaret merkezi haline getirmeyi başardılar.

Bölgede 20. yüzyılın başlarında başlayan arkeolojik kazılar günümüze kadar devam ederek şehrin tarihi, kültürü, mimarisi hakkında zengin bilgilere erişmemizi sağladı.

Petra'dan günümüze ulaşan yapıların en ikonik olanı, bir uçurumun yüzüne oyulmuş tapınağa benzer bir yapı olan Hazine. Binanın ayrıntılı oymalar ve sütunlarla bezeli cephesi, antik bir mühendislik harikası olarak ziyaretçileri hemen etkisi altına alıyor. Bir diğer etkileyici yapı olan Manastır'a, kayaya oyulmuş sarmal bir merdivenle ve dik bir tırmanışla ulaşılıyor. Yapının devasa boyutunun yanı sıra sade ama zarif tasarımı, Nebati uygarlığının mimari hünerinin önemli bir simgesi olarak kabul ediliyor.

Angkor Antik Kenti, Kamboçya

 

Günümüz Kamboçya'sında bulunan antik Angkor kenti, Güneydoğu Asya'daki en dikkat çekici arkeolojik alanlardan birisi. Bir zamanlar Khmer İmparatorluğu'nun başkenti olan Angkor, MS 9. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar gelişen ve nüfusu bir milyona ulaşan bir metropoldü.

MS 9. yüzyılın başlarında kendisini Khmer İmparatorluğu'nun "tanrı-kralı" ilan eden Kral II. Jayavarman tarafından kurulan şehir, sonraki birkaç yüzyıl boyunca yeni tapınaklar, saraylar ve diğer yapıların eklenmesiyle boyut ve karmaşıklık açısından büyüdü.

Angkor'daki arkeolojik kazılar 19. yüzyıldan beri devam ediyor. Bu kazılar, şehrin tarihi kadar karmaşık olan dini ve kültürel uygulamaları hakkında da değerli bilgiler sağlıyor.

Angkor'da hayatta kalan yapılar gerçekten nefes kesici. En ünlüsü, şüphesiz Khmer mimarisinin çarpıcı bir şaheseri olan Angkor Wat tapınağı. Diğer önemli yapılar arasında ikonik kuleleri ve gülen yüzleriyle Bayon Tapınağı ve karmaşık oymaları ve zarif taş işçiliğiyle geniş Banteay Srei tapınak kompleksi yer alıyor. Geçen yüzyıllar içinde doğanın geri kazandığı, yüksek ağaçlar, devasa ağaç kökleri ve yemyeşil bitki örtüsüyle çevrili Ta Prohm Tapınağı ise hayal dünyanızın sınırlarını aşacak bir güzelliğe sahip.

Pompeii, İtalya

 

Dünyanın en çekici arkeolojik alanlarından birisi olan Pompeii, MÖ 7. yüzyılda İtalik bir kabile olan Oscanlar tarafından kuruldu. Vezüv Yanardağı'nın eteğinde, Napoli Körfezi yakınında konumlanan kent, MS 79 yılında yanardağın patlamasıyla tonlarca volkanik kül ve süngertaşı altına gömüldü. Patlama o kadar güçlüydü ki çevredeki Herculaneum ve Stabiae şehirlerini de yok etti ve Pompeii'yi altı metreden fazla volkanik enkazla kapladı. Şehir, 18. yüzyılda yeniden keşfedilene kadar yaklaşık 1.700 yıl boyunca gömülü ve unutulmuş olarak kaldı.

Pompeii’de ilk arkeolojik kazılar 18. yüzyılın ortalarında başladı. Yaşamın donduğu anın yüzlerce yıl gömülü kalması ve neredeyse bozulmadan günümüze ulaşması; sanat, mimari, din, günlük yaşam, yeme alışkanlıkları da dahil olmak üzere Roma İmparatorluğu’nun kültürünü ve geleneklerini daha iyi anlamamızı sağladı.

Günümüze ulaşan yapılar arasında en etkileyici olanı 20.000 kişilik oturma kapasitesine sahip olan amfitiyatro. Bir diğer önemli yapı ise 30.000 metrekare alanıyla Pompeii'deki en büyük ve en lüks evlerden biri olan Faun Evi. Faun Evi, adını binada bulunan dans eden bronz faun heykelinden alıyor. Hepsi birbirinden etkileyici freskler, heykeller ve mozaiklerle bezeli Menander Evi, Forum Meydanı, Stabian Hamamları, Vettii Evi, Villa dei Misteri mutlaka görmeniz gereken yerlerin başında geliyor. Pompeii’nin günlük yaşamına dair objeler, amforalar, taşlaşan insanlar ise Antiquarim’da sergileniyor.

Göbeklitepe, Türkiye

 

Şanlıurfa’nın 18 kilometre kuzeydoğusunda bulunan Göbeklitepe, insanlık tarihini değiştiren buluntularıyla çok önemli ve özel bir sit alanı. MÖ 10.000 civarına tarihlenen ve Çanak Çömleksiz Neolitik döneme ait olduğu düşünülen alanın, insanlık tarihinin en eski dini merkezi olduğu düşünülüyor. Bu yüzden “tarihin sıfır noktası” olarak adlandırılıyor.

Göbeklitepe'deki arkeolojik kazıların tarihi, ilk olarak yerel bir çoban tarafından keşfedildiği 1960'lara uzanıyor. Ancak bölgenin öneminin gerçek boyutunu ortaya çıkaran kazılar, 1995 yılında Alman arkeolog Klaus Schmidt’in danışmanlığı ile başladı. O zamandan beri devam eden kazılar, zamanın dini ve kültürel uygulamaları hakkında fikir veren birçok büyüleyici eseri ortaya çıkardı.

Göbeklitepe, bazıları 50 ton ağırlığında olan büyük taş sütunlardan yapılmış çok sayıda dairesel ve dikdörtgen yapıdan oluşuyor. Karmaşık oymalarla ve bölge faunasına uygun yabani hayvan tasvirleriyle bezeli bu sütunların bazılarının yüksekliği 7 metreye kadar ulaşıyor.

Göbeklitepe’nin keşfi, organize dinin ve karmaşık sosyal yapıların, tarımın ortaya çıkmasından ve şehir devletlerinin yükselişinden çok önce var olduğunu göstermesi açısından büyük önem taşıyor.

Chichen Itza, Meksika

 

"Itza kuyusunun ağzında" anlamına gelen Chichen Itza Meksika’nın Yucatan Yarımadası'nda bulunuyor. Geç Klasik dönemde (MS 600-900) Maya halkı tarafından inşa edilen şehir, Klasik Sonrası dönemde (MS 900-1200) Toltek halkı tarafından genişletilmiş.

Günümüzde hâlâ devam eden arkeolojik kazılar 19. yüzyılın sonlarında başladı. İlk önemli arkeolojik kazı, Meksika'da görevli bir Amerikan konsolosu olan Edward Thompson tarafından yönetildi. Thompson, insan kurban etmek için kullanılan doğal bir düden olan Kutsal Cenote'yi kazdı. Kutsal Cenote'de bulunan eserler, Maya halkının dini uygulamaları hakkında bilgi sahibi olmamızı sağladı.

Döneminde önemli bir ticaret ve din merkezi olan Chichen Itza, mimarisi ve sanat eserleri ile Orta Amerika’daki Kolomb önceki toplumların kültürlerinin gelişimini de etkiledi. Şehrin merkezi piramidi El Castillo, Mayaların ileri astronomi bilgilerinin ve güneş takvimini kullanmalarının mükemmel bir örneği olarak görülüyor.

Chichen Itza; Savaşçılar Tapınağı, Büyük Top Sahası, Bin Kolonlar Geçidi ve Karakol Gözlemevi gibi etkileyici yapılara sahip. Hassas ölçülerle inşa edilen, karmaşık oymalar ve heykellerle süslenen bu yapılar birer mimari şaheser olarak ziyaretçileri etkisi altına alıyor.

Baalbek, Lübnan

 

Lübnan'ın Bekaa Vadisi'nde bulunan Baalbek ya da diğer adıyla Heliopolis, sayısız uygarlığın yükselişine ve düşüşüne tanık olmuş, insanlık tarihinde kalıcı izler bırakmış bir antik şehir. Tarihi, Fenikeliler tarafından kurulduğu Tunç Çağı'na kadar uzanan şehir; yüzyıllar boyunca Yunan, Roma, Bizans, Selçuklu, Eyyübi, Haçlı, Moğol, Memlük ve Osmanlı hakimiyetlerine girmiş.

Baalbek'te 100 yılı aşkın bir süredir devam eden arkeolojik kazılar, şehrin geçmişinden sayısız hazineyi gün yüzüne çıkardı. İlk büyük kazı 1900'lerin başında Alman arkeologlar tarafından yapıldı. O zamandan beri dünyanın dört bir yanından çok sayıda ekip şehrin sırlarını ortaya çıkarmak için çalışmaya devam ediyor.

Baalbek'teki en dikkat çekici yapılardan biri, MS 1. yüzyılda inşa edilen Jüpiter Tapınağı. Tapınak, bazıları 800 tonun üzerinde olan devasa taş bloklardan oluşuyor. Bin kilometre öteden çıkarılan bu blokların Baalbek’e nakledilmesi, bugün bile kavranması zor olan bir mühendislik harikası olarak görülüyor.

Baalbek'in atmosferi gerçekten hayranlık uyandırıyor. Baküs Tapınağı, Venüs Tapınağı gibi yapıların devasa ölçekleri, bir zamanlar bu şehri evleri olarak gören eski uygarlıklara karşı merak ve saygı duymamıza neden oluyor.

Anuradhapura, Sri Lanka

 

Anuradhapura, Sri Lanka'nın kültürel ve mimari mirasına damgasını vurmuş büyüleyici bir antik kent. Zengin tarihi ve çok sayıdaki arkeolojik kazılarıyla, geçmişe benzersiz bir bakış sunuyor, kültürel ve manevi mirasının etkisi bugün bile hissediliyor.

Anuradhapura'nın tarihi 2.000 yıldan daha eskiye uzanıyor. MÖ 4. yüzyılda Kral Pandukabhaya tarafından Sri Lanka'nın başkenti olarak kurulan şehir, 1300 yılı aşkın bir süre başkent olarak kalmış.

Antik şehirde yürütülen arkeolojik kazılar, eski Sri Lankalıların olağanüstü mimari ve sanatsal becerilerini ortaya çıkaran çok sayıda eser ve yapı ortaya çıkardı. Şehir, 170 metreden uzun olan Abhayagiri Stupa ve dünyanın en büyük üçüncü tuğla yapısı olduğuna inanılan Jetavanarama Stupa gibi dünyanın en önemli Budist tapınaklarından ve stupalarından bazılarına ev sahipliği yapıyor. Isurumuniya Tapınağı’nda bulunan kaya oymaları hayranlık uyandırıyor. Şehir ayrıca, şehrin sakinlerine su sağlamak için inşa edilmiş bir dizi insan yapımı göl ve rezervuara sahip.


İlginizi Çekebilir​

 
 
 
​​​​











​​